top of page

TÜRKİYE DE SOL NEDEN İNTİHAR ETMEYİ SEÇTİ?

TÜRKİYE’DE SOL NEDEN İNTİHAR ETMEYİ SEÇTİ?

 

İÇİNDEKİLER:

1-GİRİŞ                                                                                                                              2--3

2-SOL NEDİR? BİR İHTİYAÇ MI YOKSA KEYFİ İTİRAZMI?                               3--8

3-AVRUPA DA SOL NEREDE KENDİNE YER BULUYOR                                  9--11

4-ABD SOL VAR MI?                                                                                                     12--13

5-ÇİN VE RUSYA SOL DEÄžERLERİN SAHİBİMİ?                                               14--16

6- FUKİYAMA YANILDI MI?                                                                                         17--18

7- TÜRK SOLU KENDİNİ NEREDE    KONUMLANDIRDI?                               19--22

  (LİBERAL SOLMU, SOSYALİST SOLMU, YOKSA HEPSİ BİRARADA MI)

8-SOL NEDEN İNTİHAR ETMEYİ SEÇTİ                                                                23-25

9-SONUÇ                                                                                                                         26

10-KAYNAKLAR                                                                                                             26                                                                                             

​

 

1-GİRİŞ

Bu çalışmanın temel amacı, sol düÅŸüncenin eylem ve politikalarını, günümüzdeki geçerliliÄŸini deÄŸerlendirmek, buna iliÅŸkin yeni kavram ve yöntemleri ele almak ; "tarihin sonu" söylemiyle iliÅŸkilendirilen ideolojik yenilginin hakikatte olup olmadığını ortaya koymak varsa da nedenlerini tartışmak; solun politika üretme ve alternatif oluÅŸturma konusundaki yetersizliklerini analiz etmek; ayrıca kapitalist sisteme entegrasyonunun hızla gerçekleÅŸmesinin ardındaki ÅŸaşırtıcı dinamikleri deÄŸerlendirmektir.

Bu metnin kaleme alınmasını saÄŸlayan, harekete geçiren, Carl Gustav Jung ‘un “Yalnızlık; insanın çevresinde insan olmaması demek deÄŸildir. İnsanın önemsediÄŸi ÅŸeyleri baÅŸkasına ulaÅŸtıramadığı ya da baÅŸkalarının olanaksız bulduÄŸu bazı görüÅŸlere sahip olduÄŸu zaman kendisini yalnız hisseder” sözüdür. Bu nedenle söz konusu makalenin ön yargıdan uzak, tarihin gerçeklerine sadık kalarak, ÅŸahsi görüÅŸleri içerdiÄŸini belirtmek gerek.  Metin hazırlanırken özellikle, Kruger ve Dunning’in çalışmalarında ele aldığı yöntemler göz ardı edilmemiÅŸtir.  AÅŸağıda ele alınan tezler bu nedenle, bilgi ve akılla, onun ilkeli kurallarına sadık kalarak yazılmaya çalışılmıştır. DiÄŸer bireylerin düÅŸünceleri göz ardı edilmemiÅŸ, yanlış ve eksik bilginin hafızalara kazınmasını engellemek için kötü tercihler kullanmamıştır.

Sol ideoloji, kendisine ait olduÄŸunu iddia ettiÄŸi eÅŸitlik, özgürlük, adalet ve bireysel serbestîye gibi deÄŸerlerin ahlaki tanımlarını sahiplenme ve koruma iddiasındadır. Ancak bu deÄŸerler karşısında sergilediÄŸi tutarsızlık, saÄŸ düÅŸünce karşısındaki eleÅŸtirel tavrını eylemsel bir politikaya dönüÅŸtürememesiyle belirginleÅŸmektedir. Bu baÄŸlamda, solun kendi deÄŸerlerine olan sadakatini sorgulamak ve bu deÄŸerleri koruyacak politikaların eksikliÄŸini ele almak çalışmanın temel izleÄŸini oluÅŸturmaktadır.

Çalışmada, "Tarihin Sonu" (Francis Fukuyama)’nın tarifine karşılık ortaya koymaya çalıştığım "Tarih Åžimdi BaÅŸlıyor" ve "Tarih Her Zaman Yeniden Yazılacak" gibi farklı tarihsel perspektifler üzerinden ideolojik dönüÅŸümler deÄŸerlendirilecektir. Ayrıca farklı kıtalarda sol düÅŸüncenin tarihsel, sosyolojik ve ideolojik evrimleri kısaca ele alınarak, bu düÅŸüncenin küresel düzeydeki yakınlıkları, sapmaları ve çeliÅŸkileri analiz edilecektir. Nihayetinde, Türkiye’deki sol entelijansiyanın sosyal, coÄŸrafi ve politik deÄŸiÅŸimlere karşı tutumu incelenecektir. İdeolojilerin temelinde ihtiraslar yatmaktadır. Nihayetinde her politik yaklaşım, ideolojik sadakate baÄŸlı kalmaksızın kendi ihtiraslarını yaratma potansiyeline sahiptir. Evrensellik-süreklilik paradigmasına kolayca uyum saÄŸlama özelliÄŸini içinde barındırdığından diÄŸer baÅŸka otoriteler üzerinde tahakküm kurma eÄŸilimi gösterebilirler. Bu tahakküm, bilinçdışı yapıdan sıyrılarak gerçeklik ve canlılık olgusu üzerinden meÅŸrulaÅŸtırılır. EgemenliÄŸe ulaÅŸma biçiminin ahlaki yapısı sorgulanmaksızın, bireylerin bu yapıya biat etmesi ve ona ihtiyaç duyması saÄŸlanır.

​

Bu nedenle ideolojik aygıtlar, mensupları tarafından mistik bir güç olarak tanımlanırken, karşıtları için ÅŸeytanlaÅŸtırılmış bir figüre dönüÅŸür. Bu durum, gargoyle heykelleri metaforuyla açıklanabilir: Kiliselerin en yüksek noktalarına yerleÅŸtirilen bu heykeller, kötülükleri uzak tutmak için kullanılırken aynı zamanda korkunun eÅŸikte beklediÄŸini simgeler. Günümüzde ideolojik aygıtlar da benzer ÅŸekilde, deÄŸiÅŸtirilemez bir olgunluk düzeyine ulaÅŸmış ve korku üzerinden tahakküm kuran yapılar haline gelmiÅŸtir.

Avrupa’da sol düÅŸünce, tarihsel ihtiraslarını ve siyasi aktörlerini büyük ölçüde yitirmiÅŸtir. Türkiye ise genç bir cumhuriyet olarak bu akımın devamlılığına duygusal bir baÄŸlılık göstermiÅŸ, ideolojik tanımları biçimsel düzeyde benimsemiÅŸ ancak esasen içselleÅŸtirememiÅŸtir. Bu durum, Türkiye’de sol düÅŸüncenin varlığını tartışmalı hale getirmiÅŸtir. Küresel düzeyde ulus devlet kavramı çözülmekte, çok kutuplu bir dünyada milli kimlikler ve sınırlar giderek karmaşıklaÅŸmaktadır. GeçmiÅŸte tanrılaÅŸtırılan devlet ve ülke kavramları yerini bireyin tanrısallaÅŸmasına bırakmaktadır.

Bu dönüÅŸüm, bireysel siyasi ihtirasların dinsel bir anlam kazanmasıyla birlikte daha belirgin hale gelmektedir. ÖrneÄŸin, ABD BaÅŸkanı Donald Trump’ın siyasi pratiÄŸi, bireyin kutsallaÅŸtırılmasının somut bir örneÄŸi olarak deÄŸerlendirilebilir. Günümüzde iÅŸverenler ve emekçiler için temel motivasyon maddi çıkar arayışıdır. Bu çıkar gruplarını temsil eden yapılar, hizmet edecekleri ideolojik zemine göre ÅŸekillenmektedir. Sol bu baÄŸlamda belirleyici deÄŸil, belirlenen bir konumda kalmıştır. Özgürlük kavramını sıkça dile getiren sol düÅŸünce, tarihsel olarak üstünlük kazanan ideolojiler karşısında yazarlar, sanatçılar, bilim insanları, edebiyatçılar, felsefeciler ve din adamları aracılığıyla kendi deÄŸerlerine sadakat gösterememiÅŸtir. Irk ve din temelli siyasi ihtiraslar arasında bölünerek, özgürlük idealini hizipler arasında harcamıştır.

Sol aydınların, eÄŸitimsiz ya da modern eÄŸitimli bireylerin doÄŸrudan sonuç alma beklentisiyle radikalleÅŸmiÅŸ toplulukları “özgürlük neferi” olarak tanımlayıp sahiplenmesi, solun entelektüel acizliÄŸini gözler önüne sermektedir. Bu çalışma, sol düÅŸüncenin günümüzdeki krizini ideolojik, sosyolojik ve politik düzeyde ele alarak hem küresel hem de Türkiye özelinde yaÅŸanan dönüÅŸümleri analiz etmektedir. Solun kendi deÄŸerlerine olan sadakatsizliÄŸi, politika üretme konusundaki yetersizliÄŸi ve kapitalist entegrasyona karşı direnç gösterememesi, ideolojik bir çözülmenin göstergesi olarak deÄŸerlendirilmektedir. Bu baÄŸlamda, solun yeniden tanımlanması ve günümüz koÅŸullarına uygun bir alternatif üretme kapasitesinin geliÅŸtirilmesi gerekmektedir.

 

 

 

​

2-SOL NEDİR? BİR İHTİYAÇ MI YOKSA KEYFİ İTİRAZMI?

Bundan yıllar önce, 1789 tarihinde, Fransız Devriminin; giyotinde, geçmiÅŸin acımasız saltanat ve sömürgesinin boyunlarının sepetlere aktığı zamanlara yakın bir tarihte, Fransız genel meclisinde soylular kralın sağında, avam tabakası da solunda oturuyordu. Kralın sağında oturanlar saÄŸcı, solunda oturanlar ise solcu olarak anıldı.   Hiç ÅŸüphe yok ki, bunun tersi de olabilirdi. Kralın solunda oturanlar Ancien Régime ve Bourbon monarÅŸisine karşı çıkan, devrime ve demokratik cumhuriyetin kurulmasına, toplumun laikleÅŸmesini destekleyenler, sağında oturanlarsa Ancien Régime'in geleneksel kurumlarını destekleyenlerdi.  Sol tanımın, dindeki karşılığı daha ürkütücü ve çok fazla abartı içermektedir.  Hristiyan din anlayışında, cemaatler ve mezhepler arasındaki kavga kendilerinden olmayan fikirleri ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle    Batı okültizminde, pis, ahlaksız olarak kabul edilen dinleri tanımlamak için kullanılmıştır. Latince anlamı, sinister’den gelmektedir. Kötü olan, karanlık olandır.  Yahudilerde karanlık anlamına gelen “smowl" (sol) kelimesi kullanılmıştır.

Solcular, avamın her zaman destekleyicisi görünmeye çalışmıştır. Avam takımı onlara göre ezilen, emeÄŸi çalınan taraftı. Avamı temsil edenlerse iÅŸsiz, eÄŸitimsiz, göçebe, toprak sahibi olmayanlardı. Toprak sahibi ve mülkiyet meselesi burada karşımıza çıkıyor. Soylular karşısında konumlanacak olan solcular için mevcut gidiÅŸatta, toplumun; kralın beklentileri doÄŸrultusunda yürümesine imkân veren hiyerarÅŸisine karşı çıkmak ve eÅŸitliliÄŸi savunmak doÄŸru olacaktı. Öyle de yaptılar. Bu noktada hizipçiliÄŸi kendilerine ÅŸiar edinmiÅŸ olanlar salt kralı devirmek için deÄŸil, iktidarı ve onun nimetlerini ele geçirmek için savaşıyordu. Savaşın gücü ve otoritesi, yıkıcı moda sahip, kendi siyasi histerilerine hükmedecek gruba itaat etmeyi ama daha öznel durumda kendini bu gruba yandaÅŸ olarak görmeyi heveslenmiÅŸ mülksüzler ve iÅŸsizler tarafı olacaktır. Sol fikrin kendisi bu baÄŸlamda, salt ekonomik, sosyal devrimlerle kendine ideolojik bir tanım yaratmamıştır. Aksine bir güç olarak savunma deÄŸil özellikle saldırı içerikli radikal eylemlere baÅŸvurmuÅŸtur.

Düzeni bozanlar, yeni düzen sahibi olduklarında, düzeni bozan baÅŸka yenilere düzeni bozdukları için saldırdılar. Sol tanımı belirlemek için, kendini sol ifade kategorisine sokan görüÅŸlerde bu karmaşık tanıma ilave oldular. Marksistler, anarÅŸistler, nihilistler, sosyal demokratlar, liberaller…v.b. kendilerini sol kavramının deÄŸiÅŸmez parçası ve tamamlayıcısı olarak gördüler. Sol terimi, Amerika BirleÅŸik Devletleri'ndeki liberalizmin ve Fransa'da cumhuriyetçiliÄŸin karşılığı oldu.   

Sovyetler BirliÄŸinin çöküÅŸüne karşılık, kapitalizm ve küreselcilerin egemen olması, Fukiyema’nın Tarihin sonu makalesini yazdırtacak sonuçlar doÄŸurmuÅŸtur. Fukiyemanın tezine katılmakla beraber, tarihin son bulmadığını, deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümüm sürekli olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Kapitalizm galip gelmiÅŸtir. Bundan sonra kendi iç dinamikleriyle bir savaÅŸ yaÅŸayacaktır. Bu savaşın taraflarını sol jargonlarla taraf haline getirmek isteyenler yenilgiye teslim olacaklardır.

 

 

DeÄŸiÅŸim bundan böyle liberalizmin ve kapitalizmin farklı bir tonu olacaktır. Sol düÅŸüncenin kendisi kapitalizmin karşısında, sosyalist renk tonuyla karşı dursa da sosyal ve siyasi tavır gücü ve yetisi olmayacaktır.  Geriye sadece romantik devrimcilik söylemleri kalacaktır. Nihayetinde Rusya’nın dağılması, Çin’in geldiÄŸimiz noktada kapitalist modelle dünyaya meydan okuması bunun soncudur.

20. yüzyıllarda öne çıkan iÅŸçi hareketi, sosyalizm, anarÅŸizm, komünizm, Marksizm, kendi yüzyılında klasik kapitalizme net eleÅŸtiriler getirememiÅŸtir. Feminist hareket, LGBT hakları, kürtaj, çok kültürlülük, savaÅŸ karşıtı, özgürlük hareket, yabancı düÅŸmanlığı, çevre hareketleriyle kendini bir yere konumlandırmıştır. Sol düÅŸünce kaçınılmaz olarak, geçmiÅŸ alışkanlıklarıyla romantik bir evrende yaÅŸamaya devam ediyor. İktidarın ve onun kurumlarının karşısında sadece var olabilmek adına kendini konumlandırıyor.  

Öyle olmasaydı, sol akımın coÄŸrafi adlandırılmasında tezatlıklar ve karmaşıklıklar karşımıza çıkmazdı.  BirleÅŸik Krallık'ta İşçi Partisi küreselci ve kapitalisttir. Buna karşın Zimbabve Afrika Ulusal BirliÄŸi sosyalist ekonomiyi ısrarla savunmaktadır. Var olanı yok sayma teÅŸebbüsü, görmezden gelme çabaları nihayetinde Sol’un asıl ihtiyaç duyduÄŸu konumlandırmanın liberalizm olduÄŸunu ortaya koymaktadır. Liberalizm olmadan, kapitalizmin kendisine karşıtlık yaratacak fikirler üretemeyecektir.

Tarihin sonu, ülkelerde sol fikrin tanımı deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Sosyal demokratlar, Liberal sosyalistler, demokratik sosyalistler ÅŸeklinde kendine yeni dikilmiÅŸ tanımlara sığdırmıştır. Türkiye de sol düÅŸünce akımları da serbest pazar kapitalist politikaları takip etmiÅŸtir.  ÖrneÄŸin Türkiye’de KurtuluÅŸ Mücadelesi sonrası sol akım, kurucu kadroların oluÅŸturduÄŸu tek partili sistemin sözcülüÄŸünü üstlenmiÅŸ yapı olarak karşımıza çıkmıştır. Ne kapitalizm ne de Sosyalizm “Üç dünyacı” düÅŸünce akımıyla karma modeli önermiÅŸlerdir. Cumhuriyetin kurucu kadroların bu ÅŸekilde bir önerme içine girmeleri anlaşılabilir niteliktedir. Yıkımdan çıkmış bir ulus olarak, kendini konumlandıracak alan batının kapitalist modelidir. Ancak savaÅŸtan sonra güçlü bir vatan yaratma çabalarına karşın onu koruma psikolojisi devreye girmiÅŸ ve çift siyaseti gündemine almıştır. Bu stratejisi günümüzde de devam etmektedir.

Sol fikrin kendine sığınma yeri olarak seçtiÄŸi coÄŸrafyalar ve terminoloji; iÅŸçi sınıfı, iÅŸsizler, yoksul devletler ve coÄŸrafyalar olmuÅŸtur. Karşıtlık prensibi gereÄŸi kapitalizmin kendine sömürge olarak seçtiÄŸi alanın yanında muhafaza eden kimliÄŸine bürünerek eylemsel konuma geçmiÅŸtir. Oysa görülecek ki bu konumlanma, yeni bir paradigma sahibi olarak bölüÅŸümün tarafı olmaktır.  Özgürlük ve Sosyal adalet sol fikre bırakılmayacak kadar önemlidir. Burada solun savunduÄŸu özgürlük, yalnızca siyasi baskıdan kurtulma anlamına gelmemektedir.  Çok daha tehlikeli olan kurumlardan, idareden ve onların organlarından kurtulmak anlamına gelmektedir. Bu akıma özellikle AnarÅŸistlerin hayranlıkla sarıldığını, özellikle Nihilistlerin havai fiÅŸeklerle kutlayacak kadar taptıkları bir yapıya kavuÅŸmuÅŸtur. Marksistler bu konuda kendi kurum ve organlarını devlet bünyesinde tutarak farklı bir pozisyona girmiÅŸtir.

 

Sol ideoloji özgürlüÄŸün tanımı ürkütücü yere konumlanmıştır. Sosyal kısıtlamalardan kurtulmak özgürlüÄŸün olmazsa olmazı pozisyondadır.  Sosyal kısıtlamaların nedeni, devletin organlarıdır. Nihayetinde kapitalist devlet egemenlerin devletidir. Oysa sosyalist devlet halkın devletidir. Sovyetler belki de bu yüzden yıkılmıştır kim bilir. Sosyal adalet gibi kavramları dilinde düÅŸürmeyen solun söylemlerde bıraktığı kanun önünde eÅŸitlik ya da vatandaÅŸlıkla ilgili hak iddiası ortadan kalkmıştır. Kendi ideolojik travmaların sonucunda ayrıcalıkların, hiyerarÅŸilerin, malların eÅŸitsiz dağılımının üstesinden gelinmesini öncelik haline getirmesi sadece kendi kayıplarının telafisi içindir.

Tarihin sonunda, Marksistlerin ve AnarÅŸistlerin, özel mülkiyetinin ortadan kaldırmasını istemelerinin, halkların ve bireylerin gözünde romantik eÅŸitlik ifadesi çekiciliÄŸini kaybetmiÅŸtir. Sol ideoloji savaÅŸlara ve soykırımlara karşı verilen haklı insani mücadelenin varlığını, kendi eÅŸitlik, özgürlük anlayışına kurban etmekte, kendini bunun savunucusu konumunda güçlü bir mit haline getirmeyi hedeflemektedir.

Rusya ve Ukrayna savaşında takınılan tavırlar, Suriye iç Savaşı, sınır aÅŸan göçler, Gazze’de yaÅŸananlara karşı Batı’nın romantik solcularının izlediÄŸi politikalar bu mitsel çabalarından öte deÄŸildir.

Sol düÅŸünürlerin, mitselmiÅŸ kalıpları vardır. SaÄŸ fikrin görüÅŸleri onlar için yersizdir, basit ve sıradandır. Tartışılacak bir rakip deÄŸil, kaçınılması geren bir hastalık olarak görülür. Sol düÅŸünürlerin; eÅŸitlik, özgürlük ve adalet kavramlarına soyut bir anlam kazandırıp, gösterdikleri baÄŸlılıklar sahtedir. Öyle olmasaydı dünya da yaÅŸanılan insani krizlere verecekleri tepki daha somut olurdu. Soyut bir ideal, anlamlı bir gerçeklikmiÅŸ gibi her zaman amaçlarına hazır halde tutulmuÅŸtur. Hayali bir toplum düzeni tasvirleri salt soyut olarak idealize edilmiÅŸtir.

İdeolojik tanımlamaları soyut ancak kendilerini konumlandırdıkları alanlar somut olmuÅŸtur. Eylemsel somut denemeleri daima baÅŸarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sovyetler BirliÄŸi ve Çin buna en güzel örneklerdir. Günümüzde, geçmiÅŸten beri idealize ettikleri ideal toplum hayalinin somut tanımlamalarını görememekteyiz. Sadece kör bir inançla besledikleri radikal mücadelelere zemin hazırladılar. Unutmamak gerekir ki, eÅŸitlik adına yapılan her ÅŸey her zaman iyi olan deÄŸildir. ÇoÄŸu vakit eÅŸitlik kavramı adaletsizliÄŸin hastalıklı parçası olacaktır. Bu nedenle sol fikir, eÅŸitlik uÄŸruna iktidarların diÄŸer deÄŸerleri silmesini bekler.  

Gerçekte olan ve kapitalist dünyanın bilmesi gereken önemli nokta ÅŸudur: Sol’un kendisi için beslenme kaynağı olarak gördüÄŸü sınıflar arası fark, ellerinde siyasi güç haline gelmeyecek kadar önemlidir. Kapitalist ve liberal devletlerin, siyasal çatışmaları kaldıracak ÅŸekilde sınıflar arası farklılığın ortadan kaldırılması gerektiÄŸini bilmesi gerekiyor. Piyasa güçleri; bireysel geliÅŸim ve toplumsal üretkenlik artışının, uzun vadede gelirleri ve yaÅŸam koÅŸullarını iyileÅŸtireceÄŸini göstermek ve buna dair kanıtları ortaya koymak zorunluluÄŸu vardır.

 

Yine de haksızlık etmeyelim, sol düÅŸünürler içerisinde radikal tepkiler yerine, kapitalist sistemin kendi içindeki açmazlarda, toplumun yoksul kesimlerinin sendikal oluÅŸumlarının, yeniden dağıtım odaklı kamu müdahalesinin üretim sürecinin merkezinde olmasını savunmaları anlaşılır ve kabul edilebilir niteliktedir. Lakin bugün sendikalarında tarihe yenildiÄŸini görebiliyoruz. Piyasa güçlerinin tanımı artık sadece iÅŸverenlere ait deÄŸildir. Siyaset kurumları, sendikalar, iÅŸ insanları ve nihayetinde devlet bu gücün birlikteliklerini ortaklaÅŸa kucaklamaktadır. SaÄŸ ve sol arasında yaÅŸanan tartışma-çatışma noktası, yeniden dağıtım odağından, bunun kamu otoritesinin müdahale becerisinden ayrışması üzerine kurulmuÅŸtur. Adalet, özgürlük, eÅŸitlik ilkelerini bu nedenle sol fikrin öznesi olarak ele almak ne kadar doÄŸru olur bilemiyorum. Devletlerin asli görevleri arasında en çok önemli olanların, eÅŸitsizlik kavramını ortadan kaldırması, adaletin ve güvenirliÄŸin saÄŸlanması yer almaktadır. Bunları saÄŸladığı sürece güçlü ve güvenilir olacaktır.  

Sanayi devrimiyle birlikte, sosyal eÅŸitsizlik, malların yeniden dağıtım sorunu, sermaye-emek, kar- ücret, iÅŸverenler-çalışanlar arasındaki iliÅŸikleri daha karmaşık hale gelmiÅŸtir. Bunu fırsat bilen sok ideoloji, çatışmayı bu kavramlar üzerinde daha karmaşık hale getirmiÅŸtir.

Sol ideoloji, eÅŸit dünya için, üretim araçlarına sahip olup buradan gelir kazananlarla, bunlara sahip olmayıp gelir kazananların arasındaki sahiplik kavramının kaldırılması fikrine sarılmıştır. EÅŸitsizlik, sermaye mülkiyetinin eÅŸitsiz paylaşımıdır fikrine sığınmıştır. DüÅŸünsel en büyük hataları sermaye sahipleriyle emekçileri homojen birer grup olarak görmelerinde yatmaktadır. Emekçilerin elde ettiÄŸi gelirin eÅŸitsizliÄŸi onlar için yeterli önemi görmemiÅŸ ve deÄŸerlendirmeye alınmamıştır. EÅŸitsizliÄŸi, salt sermaye emek üzerinden deÄŸerlendirmiÅŸtir.  Sol düÅŸünce, üretilen gelirin bir bölümünün sermayeye gitmesi durumunu sosyal adaletsizliÄŸin temeli saymıştır.

Sol düÅŸünce, kendini tezatlık normları üzerine konumlandırmıştır. Nonkonformist (toplumun kurallarına uymayan) davranışlar sergilemiÅŸtir. Toplumun sahip olduÄŸu deÄŸerleri ve öncelikleri benimsememiÅŸ, toplumun kurallarına deÄŸerlerine uygun davranmamıştır. Ülkelere sahip olduÄŸu kültürel deÄŸerler, ahlaki normlar vatandaÅŸlarında bu esaslar dahilinde hareket etmesini saÄŸlar. Bireyler bu sayede herkes gibi olmaktan mutluluk duyarlar. Toplumların, seçkinler-azınlıklar ÅŸeklinde ayrılması salt ekonomik deÄŸerlerle deÄŸil, sosyal ve ahlaki normlarla da belirlenmektedir. Buradaki ayrışma sınıfsal bir ayrışma olarak görmek, meseleyi salt ekonomik baÄŸlamda konumlandırma ve pekâlâ anlamlandırma gayreti olarak görülür. Oysa kısmi bir hakikat barındırsa da vatandaÅŸların yaÅŸam koÅŸulları yansıra, kültürel beceri ve bakışları, ahlaki normları, her türlü inancı, bu farklılığın oluÅŸmasında rol sahibidir.

Sol düÅŸünce bu ilkeyi görmezden gelerek sadece hakikatin önüne set çekmek dışında bir çaba göstermemektedir. Bu iÅŸin romantizmi; edebiyatta, öyküde, ÅŸiirde, romanlarda ve sahne sanatlarında kalamayacak kadar deÄŸerlidir. Sol düÅŸünce bunu anlamadı ya da anlamak istemedi. Hakikat olan, toplumun farklı sınıflarının kendi içerindeki farklı görüÅŸlerin içerisinde aramak gerektiÄŸidir.

Entelektüel yaÅŸamda sahte aydının, kalifiyeli olmayan ve hiçbir zamanda olmayacak olanların kafa yapılarında saklı kalan ayrışmayı kabul etmemek vatandaÅŸların görevidir. Emekçi kitlenin, kendisine haksızlık edip, bugün gerçekten soylu kafa yapısında olduklarını bilmeleri gerektiÄŸini hatırlatmak gerekmektedir.

Günümüz insanının farklı siyasi akımlara yönelmesi onun ahlak tanımını bu görüÅŸler doÄŸrultusunda anlamlandırmasının önünü açmıştır. Muhafazakâr olmanız sizi erdemli ve ahlaklı, liberal olmanız sizi ahlaksız ve erdemsiz yapmıyor. Sol fikrin bu nedenle saÄŸlıklı ve özgür bir toplum vaadi asılsız ve gerçek dışıdır. Nihayetinde insanların emekçi sınıfa dahil olması onun liberal ve muhafazakâr olup olmamasını belirlemez. Bu nedenle ezilenler ahlaklı, ezenler ahlaksız bir tanımlama sürecini kolayca yapacaklardır. Kitle insanı eski ahlak kuruluÅŸunu bir yenisiyle deÄŸiÅŸtirmek için kaldırıp atmaz. Ahlak kurallarına baÄŸlı olmayan bir yaÅŸam sürmeyi dilediÄŸi için kaldırıp atar. Bugün dünyanın baÅŸka coÄŸrafyalarında yaÅŸanan insani, dramların tarafları kendileri ahlaklı, diÄŸerlerini ahlaksız tayin etmektedir. Sol radikal eylemleri benimseyen, sonrasına kimlik deÄŸiÅŸtirilerek Marksist yönelimden milliyetçi söyleme evrilen terörize gruplar özgürlük savaÅŸçısı olarak adlandırılması sıradanlaÅŸabiliyor. Özellikle devlet-ulus kavramını ÅŸiddetin asıl kaynağı gören sol düÅŸünce için düÅŸman oldukları devletin yıkılmasını hedefleyen grupları kahraman görebilecek pozisyonlar alabilmektedir.

Kendini bu kitlenin entelektüel aydını görenlerde iktidarın kurumsal yapısını küçümseyip azınlık olan grubun terörünü meÅŸrulaÅŸtırma çabasına görmektedir. Sol fikrin kendini hakların tek koruyucusu, devrimci görmesi, sadece bir illüzyon ve maskedir.  Zaman onların maÄŸlubiyeti üzerine konmuÅŸtur. Gerçek düÅŸünce koyacak bir gerçeklikleri yoktur.  YaÅŸamın, tüm zorunlulukları yansımaları ve nedenini araÅŸtırmaksızın kendilerine kurdukları maskelerin çıkarılması gerekiyor.  Nihayetinde asıl olan liberalizmin insanın doÄŸasına uygun tavrıdır. Bunun eksiklikleri ve saÄŸlıklı uygulanmaması sistemin kendi içinde yenilenecek bir durumdur. Sol asla yeni bir tarih yazamayacaktır. Bundan sonra tarih sadece liberalizmin farklı tonlarında hareket edecektir.

 

 

 

​

3-AVRUPA DA SOL NEREDE KENDİNE YER BULUYOR

Sol bitti, yaşasın Yeni sol!

Yeni sol kavramı, Avrupa’da, Latin Amerika’da ve Çin’de de ülkelerin coÄŸrafyalarına, geçmiÅŸ tarihsel ve sosyal travmalarına özgü tanımlanmış ÅŸekilde kullanılmaktadır. Yeni sol kavramı, Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da 1950'lerin sonu, 1960 yılların başında radikal söylemlerin öÄŸrenciler arasında kendine yol bulduÄŸu, çatışmaların salt kapitalizmle sınırlı olmayıp bilhassa sol guruplar arasındaki çatışmaların yoÄŸun olduÄŸu bir dönemde kullanılan bir kavramdır.

Yeni sol, esas itibariyle ideolojik, kültürel teorik söylemlerle kendine yer bulmaya çalışmıştır. Özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler BirliÄŸinin hegemonyasına karşı itiraz sesi olarak ortaya çıkmıştır. Her ne kadar kabul etmeseler de Batı’nın Kapitalist ruhunu yansıtan bir davranış moduna sahip olduÄŸunu söyleyebiliriz. Yeni sol, Stalin ve Nikita KruÅŸçev gibi liderlerin baskıcı otoritelerinin varlığı yerine farkında olmadan kendini anlamlandıracak ve tarif edecek liberalizmi programına almıştır.

Bu yeni karışım, sosyal demokrat görünümlü liberalizmin ortaya çıkmasını saÄŸladı. SoÄŸuk SavaÅŸ bu sürecin hızlanmasına neden olmuÅŸtur. Yeni sol, artık eÅŸitlik ve özgürlük peÅŸinden deÄŸil, kendini konumlandıracak mekâna uygun baÅŸka deÄŸerler üretmeye baÅŸladı. Çevrecilik ve Kadın hakları, feminizim söylemleri, günümüzde hayvan hakları, LGBT hakları ÅŸeklinde yeni deÄŸerleri hedef olarak belirlemiÅŸtir. Sol artık tarihe gömülmüÅŸtü. Bunun açıkça dillendirilmesi için epey bir zamana ihtiyaç vardı.

Kabul etmeliyiz ki, Avrupa’daki sol, liberal düÅŸüncenin doÄŸduÄŸu coÄŸrafyada kendini yeniden tanımlamaya çalışmıştır. Ancak asla kendine özgü bir teorisi geliÅŸtiremedi. Salt liberalizmin insani deÄŸerler üzerinde vurguladığı noktaları dillendirmesi, yarattığı seçeneklerin teorik ve deneysel etkinliÄŸinin romantizm yükü taşıması onlara yetiyordu. Frankfurt Okulunun savunduÄŸu söylemlerde esasında liberalizmin özeleÅŸtirisinin bir parçasıdır. Sol’un söylediÄŸi farklı bir deÄŸerlendirme deÄŸildir. Endüstriyel kapitalizm, insanlığın tüketim hırsı, kitle iletiÅŸim araçlarının kontrolü, toplumun manipüle edilmesi kapitalizmin kendi içindeki revizyona yönelik özeleÅŸtirisinin kendisiydi.

 

BİRLEŞİK KRALLIK

1830 yıllar, BirleÅŸik Krallık’ta sanayileÅŸmenin arttığı, iÅŸçi sınıfının eylemlerinin ÅŸiddet potansiyeli taşıdığı, liberal etkinin arttığı dönemlerdir. Aydınlanmacı-evrensel insanlık deÄŸerler yerini ulus, toplumsal cinsiyet ve sınıf farklıkları almaya baÅŸlamıştı. Liberaller bireyin hakları üzerinde dururken, sosyalistler toplumsal, kollektif hakları savunmuÅŸlardır.

1835-1837 yıllarında demiryolu inÅŸasında geliÅŸmeler, iÅŸçi istihdamının artmasına neden olmuÅŸ, bu da siyasi baskı oluÅŸturacak noktaya gelmesine neden olmuÅŸtur. Devamında onları temsil edecek siyasi otorite Avam Kamerası olmuÅŸtur. Çartist denilen iÅŸçi hareketi bu dönemde baskı gücü oluÅŸturmuÅŸtur.  

Çartist hareketin destekçileri arasında fabrika iÅŸçilerinin yanında alt-orta sınıftan kiÅŸiler ve zanaatkârlarda bulunuyordu. İşçi sınıfı hareketi gibi görünmesine karşın asla sol bir hareket kimliÄŸine bürünmemiÅŸtir.

Çartizmin beraberinde getirdiÄŸi ÅŸiddet eylemlerini bastırmak amacıyla 1832 yılında Reform Kanunu’nu kabul edilmiÅŸtir. VatandaÅŸlık kavramının alanı geniÅŸlemiÅŸ, esnaf ve zanaatkarlar oy kullanma hakkına sahip olmuÅŸtur. Buna karşın iÅŸçiler henüz oy hakkını alamamıştır. Toplumsal direniÅŸin ilk kazananı, her zamanki gibi tüccarlar olmuÅŸtur.  Ä°ÅŸçilerin mücadelesi, sadece esnafa yaramıştır.  Fabrika Kanunuyla çalışma saatlerinde azalmaya gidilmiÅŸ, fabrikalar hükümet tarafından denetlemeye alınmıştır. Fakirler Kanunu çıkarılarak, yoksullara destek verilmesi saÄŸlanmıştır. Ancak iÅŸ alanlarının yeterince açılmaması nedeniyle bu çalışmalar sekteye uÄŸramış olup, iÅŸçi sınıfı niceliksel olarak geliÅŸmiÅŸ ve siyasi olarak etkin hale gelmiÅŸtir.

Yeni sol düÅŸüncesi, günümüz BirleÅŸik Krallığında, eski günlerini tekrar bulmaya çalışmaktadır.  İşçi Partisi, sol söylemlerden uzaklaÅŸmış olup merkez siyaseti esas almıştır. Özellikle Gazze de yaÅŸananlara verdikleri tepki onları sol dan tamamen uzaklaÅŸtırmıştır. İşçi partisi misyonunu kaybetmiÅŸtir. Bu çaresizlik, yeni sol partilerin yeniden örgütlenme çabalarına yöneltmiÅŸtir. “Yourparty.uk” adlı web sitesi üzerinden örgütlenmeye çalışan yeni sol fikirler ortaya çıkmaya baÅŸlamıştır. GeçmiÅŸin söylemlerin üzerindeki tozlar silinerek yeniden sahneye alınmıştır.  Servetin ve gücün kitlesel yeniden dağıtımı, kamusal hizmetlerin korunması, insan hakları taleplerini yeniden gündeme getirilmesi bunlardan sadece birkaçı. Filistin yanlısı dört bağımsız aday, İşçi Partili rakiplerini geçerek YeÅŸil Parti sandalye artırmıştır. Yeni solun çevreci kanadı da kendine yeni bir yol bularak güçlenmeye baÅŸlamıştır. Genç seçmenler arasında buldukları destek artmaya devam etmektedir.

 

FRANSA

Fransa’da 1830’lu yıllar boyunca gerek iÅŸçi hareketleri gerekse sosyalist düÅŸünce açısından çok önemli bir çeÅŸitlenme gözlemlenmektedir. Liberal muhalefetin iÅŸçilerle beraber gerçekleÅŸtirdiÄŸi 1830 Devrimi, Avrupa’da devrim kavramının yeniden tanımlanmasını saÄŸlamıştır. İtalya baÅŸta olmak üzere çeÅŸitli bölge ve ülkelerde 1820’ler boyunca ortaya çıkan devrimci örgütler çoÄŸunlukla küçük, sınırlı bir yapıya sahipken darbe yoluyla iktidarın deÄŸiÅŸimini esas alıyordu. Temmuz Devrimiyse devrimin bir kitle fenomeni olarak yeniden tanımlanmasını beraberinde getirmiÅŸtir.  

1830-1848 yılları, liberal muhalefetin ve burjuvazinin güç kazandığı bir dönem oldu. Yeni rejim, dernek kurma ve ifade özgürlüklerini kısıtlayan bir dizi kanun çıkarmakta gecikmedi. Temmuz 1830 Devrimi’ni izleyen aylarda ve yıllarda iÅŸçi hareketi önemli bir geliÅŸme gösterdi. Bu dönemde zanaatkârlar ve fabrika iÅŸçileri halen ortak bir iÅŸçi hareketi meydana getirmemiÅŸti; tüm çalışanları içeren bir sınıf hareketinin oluÅŸması için XIX. yüzyılın son çeyreÄŸini beklemek gerekiyordu. Buna karşılık, 1830’dan itibaren meslek erbabı kimliÄŸinden çok sınıf aidiyeti söyleminin daha çok ön plana çıktığı gözlemlenmektedir.

Fransa’da 1830’lu yıllar yalnızca iÅŸçi hareketinin ve sosyalist düÅŸünce akımlarının deÄŸil, devrimci ve cumhuriyetçi akımların da önemli geliÅŸme gösterdiÄŸi bir dönemdir. Bu dönemin cumhuriyetçi akımları, salt anayasal rejime ya da siyasi mekanizmalara deÄŸin talepler öne sürmemiÅŸ, siyasi rejimin nitelikleri gereÄŸi toplumsal iktisadi talepleri ele almıştır.

Cumhuriyetçilik ise bir tür iÅŸçi sınıfı ütopyası, hatta diÄŸer ütopyalardan farklı olarak devrimci bir ütopya olma özelliÄŸi taşıyordu. 1830 Devrimi esas olarak cumhuriyet/monarÅŸi karşıtlığının sonucu olarak patlak vermiÅŸti. Cumhuriyetçi isyanın baÅŸarısızlığından sonra cumhuriyetçi hareketler radikalleÅŸmeyi tercih ettiler.  Cumhuriyetçi bir yazar olan Auguste Caunes, AÄŸustos 1832’den itibaren Halkın Dostlarını yeniden örgütlemeye çalıştı; örgüte yeni katılan iÅŸçilerin de etkisiyle daha radikal bir ÅŸekilde sol bir yöneliÅŸe girmesine çaba gösterdi.

Avrupa’da 1830’lu yıllar bir yandan sanayi kapitalizminin büyük hamleler yaptığı, diÄŸer yandan kitle hareketlerinin büyük bir önem kazandığı yıllardır. Lyon gibi sanayi ÅŸehirlerinde sömürünün ve sınıfsal çeliÅŸkilerin derinleÅŸmesi, iÅŸçi sınıfının çeÅŸitli bileÅŸenlerinin (zanaatkârları ve sanayi iÅŸçilerinin) geniÅŸ çaplı gösteriler düzenlemesine yol açmıştır; dönemin iÅŸçi basını da iÅŸçilerin örgütlenmesi açısından önemli bir mecra olmuÅŸtur.

İşçi hareketleri 1830’larda salt iktisadi talepler ortaya koymamıştır; Britanya’da seçim hakkı, Fransa’da ise cumhuriyet talebi iÅŸçi hareketlerinin en önemli mücadele baÅŸlıklarındandır. İşçilerin siyasi katılımını engelleyen süreçler yerine, vergi esasına göre kısıtlanmış seçim sistemi gibi iktisadi-sınıfsal ölçütler üzerine hareket etmiÅŸtir. Kitle hareketleri, cumhuriyetçilik, sosyalist düÅŸünce ve felsefi eleÅŸtirinin daha yoÄŸun baÄŸlarla bütünleÅŸmesi için 1840’lı yılları beklemek gerekmiÅŸtir.

Radikal sol partiler, kendilerini sosyal demokrat solun ötesinde tanımlayan partilerdir. İşte tamda burada iki sol yol ayrımına gelmiÅŸtir. Radikal sol, kapitalizmin her yönüyle deÄŸiÅŸmesini isterken, sosyal demokratlar daha ziyade politik söylemlerini demokrasi, katılımcı yerel yönetim demokrasisi, iÅŸsiz ve göçmen iÅŸçilerin haklarını savunur durumda kendilerini konumlandırmışlardır.   

 Radikal sol partiler, liberal demokrasiye daha çok düÅŸmanlık beslemekte ve sosyal demokratları “burjuvazi” ile uzlaÅŸmakla suçlamışlardır. Aşırı sol -Fransa, Portekiz ve Yunanistan hariç- çoÄŸu yerde marjinal kalmıştır. Bu boÅŸluk genellikle Troçkist ve Maoist gelenekten gelen, kendilerini “devrimci” olarak tanımlayan partilerce doldurulmuÅŸtur.  

 Bu geliÅŸmeler, sosyal demokratların kendilerini totaliter komünizme ve neo-liberal sosyal demokrasisine alternatif olarak konumlandırmışladır. Günümüz Fransa da sol, kendi halkının ekonomik koÅŸullarını saÄŸlayacak pratik yeteneÄŸini kaybetmiÅŸtir. Söylemler popülist kaygılar üzerinde ilerlemiÅŸtir. İnsan hakları ve Orta DoÄŸuda yaÅŸananlara Fransız halkıda iktidar sahipleri gibi yabancı kalmıştır. Belki de solun en romantik olduÄŸu yer bu coÄŸrafyanın kimliÄŸinde saklıdır.

 

 

4-AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE VE LATİN AMERİKA DA SOL

Amerikan Solu, kendi siyasi yelpazesinde genellikle Demokrat Partiyle uyumlu halde bulunan gruplar içinde kendine yer bulmaktadır. Tam bir sol deÄŸildir. Esasında sol diye tanımlamak da hatalı olur. Amerika BirleÅŸik Devletleri'nin ekonomik, politik ve kültürel yapısındaki eÅŸitlikçi grupları tanımlamak için kullanılan bir ifade olarak yer almaktadır. Sol grupların, Demokrat veya Cumhuriyetçi Parti içerisinde kapitalizme entegre olması için imkanlar verilmiÅŸtir. Çok fazla etkin olmasa da anarÅŸistler, komünistler de kendilerine kısmen yer bulabilmektedirler. Trump sonrası Marksist liderler ve ideologların kendilerine daha fazla yer bulduÄŸunu söyleyebiliriz.

Yakın zamanda New York Belediye BaÅŸkanı olan Zohran Mamdani Sosyalist ilkeleri savunan bir göçmen olarak Demokratların desteÄŸini alarak seçimleri kazanmıştır. Mamdani, "Ve bir despotu gerçekten korkutmanın bir yolu varsa, bu, ona güç kazandıran koÅŸulları ortadan kaldırmaktır” diyerek mevcut düzene itiraz eden Müslüman sosyalist siyasetçi olarak oyların büyük çoÄŸunluÄŸu aldı. Ona bu oyu kazandıran sol söylemleri olmamıştır. Trump’ın sert göçmen politikası, uluslararası arenada sürekli kavgalı otoriter kimliÄŸinin varlığı bunda etkili olmuÅŸtur.

Nihayetinde Beyaz Saraydaki Trump buluÅŸmasında gösterdiÄŸi tavır, onun gerçek anlamda itiraz sahibi biri olarak deÄŸil, aksine cumhuriyetçilerle rahat çalışabilecek biri olarak göstermiÅŸtir. Sol ideoloji, Amerika BirleÅŸik Devletleri'ne 19. yüzyılda görülse de mevcut durumda tanımlanmış gerçek anlamda sol bir partinin olmadığı açıktır.  Demokrat Parti içinde sol kanat hizipleri, YeÅŸiller Partisi, ABD Komünist Partisi, Sosyalizm ve KurtuluÅŸ Partisi, Amerikan Komünist Partisi, İşçilerin Dünyası Partisi, Hristiyan demokrat olan Sosyalist Parti ve Amerikan Dayanışma Partisi gibi küçük partiler yer almaktadır.

Sosyalist kavramlar, Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin deÄŸerleriyle asla uyuÅŸmamıştır. Kapitalizmin kalesi olması nedeniyle sosyalizme yaÅŸayacak alan bırakmamıştır. Yeni Sol kavramı dahi, radikal demokratik geleneklere dayanıyor.  Amerikan İşçi sınıfının feodal bir geçmiÅŸinin olmaması, ilerleyen dönemde sol kavramın yerleÅŸik bulmasına imkân vermemiÅŸtir. Buna karşın iÅŸçi isyanlarının batırmak amacıyla komünist avına çıkan Kızıl Ekipler, ciddi baskı aracı olmuÅŸtur. Kölelik ve ırk ayrımcılığı, iÅŸçi sınıfını varlığını ortaya çıkmasına da olanak vermemiÅŸtir. İkinci Dünya Savaşı, sol grupların güçlenmesine mâni olmak için Smith Yasası ile yasa dışı hale getirilmiÅŸtir. 1960'larda FBI'ın COINTELPRO programı radikal solcu grupları dağıtarak güçlenmesini imkânsız hale getirmiÅŸtir.

Amerika kıtasında ise durum çok farklı bir yol izleyerek sol iktidarların oluÅŸmasına neden olmuÅŸtur. Trump sonrası, sol grupların sahneden çekilmesi için muhalif kimlikler güçlendirilip örgütlenmektedir. Tarih boyunca Latin Amerika, iniÅŸli çıkışlı siyasal ve sosyal olaylar yaÅŸamıştır. Amerika BirleÅŸik Devletleri bu bölgelerde gayri resmi savaÅŸ politikalarını gizlice yürütmeye devam etmiÅŸtir. Åžimdilerde ise doÄŸrudan müdahale gibi sözler sarf edilmektedir. Böyle bir eylemin sonuçlarının telafisi imkânsız yıkımlar oluÅŸturacağını söylemek mümkün.

 

Makalenin ana tezi olan, “Kapitalizm kendi sol ve muhalif kimliÄŸini ortaya çıkarmak ve bazen de onu kendisinden bile öne çıkarmaktan imtina etmemelidir. Hayati varlığı ve gücü ancak yaratılacak bu kontrol edilebilir tepkisel müdahale bloklama ilkesiyle mümkündür.  Bu nedenle Amerika BirleÅŸik Devletleri, kendi otoritesini ve gücünün devamlılığını bu kontrol edilebilir tepkisel müdahale ilkesine uyumlaÅŸtırmak zorundadır.

 Latin Amerika’ da 2019’dan bu yana yükselen sol, mevcut iktidarların hatalı, yolsuzluk, kötü yönetimindeki neoliberal politikalar yüzünden iktidara taşınsalar da aynı kötü yönetimi kendileri de göstermiÅŸtir. Latin Amerika da solun en büyük ihmali, sermaye ve finans dünyası ve medya ile iliÅŸkilerini uzlaÅŸma yönetimi ile idare edememesi, liberal etkiye sahip politikalarla yürütememesi, klasik sosyalist söyleminde ısrarla devam etmesidir. Siyasi politikalarını ısrarla bu düzlemde götürmesi nedeniyle, geleneksel muhafazakâr saÄŸcıların radikalleÅŸmesini saÄŸlamıştır.

Yeni sol kavramı, sol liderleri ılımlı göstermeye çalışsa da Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin gözünde otoriter kimliklerinin deÄŸiÅŸmeyeceÄŸi ortadadır.   Latin Amerika solcu liderleri, tarihin gerçekleri ile yüzleÅŸmeye çalışıp, liberal ekonomik modellerini, sosyal adaleti saÄŸlayacak politikalarla besleseydi, yeni bir sol akımdan bahsedebilirdik. Son dönemde kadın siyasetçilerin sahneye çıkması, bunu Latin halkının arzusu olmasının karşılığı olarak görebiliriz. Yeni sol, bunu saÄŸlayacak yapıdan epey uzak görünümdedir. 

 Çin’in Latin Amerika’da etki alanının artması, yeni Sol’un güçlenmesine imkân saÄŸladığını gördük. Ancak Çin ve sol hükümetlerin iliÅŸkisi kısa metrajlı bir film tadından ilerlediÄŸinden bunun sürekli olacağını düÅŸünmek doÄŸru olmayacaktır. Latin Amerika için gerçekçi tek çözüm, Amerika BirleÅŸik Devletleri yatırımcılarıyla yakın iliÅŸkiler kurması gerektiÄŸidir. Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin ’de en doÄŸru stratejisi kontrol edilebilir tepkisel müdahale bloklama ilkesini izlemektir. Yani muhalif olmalarına imkân ver.  Liberal ekonomik iliÅŸkilerle yatırımları artır. Halkın muhalefetini blokla.

 

 

​

5-ÇİN VE RUSYA SOL DEÄžERLERİN SAHİBİMİ?

Çin’in deÄŸiÅŸimi bireysel liderlik anlayışının öne çıkmasıyla sert ve hızlı gerçekleÅŸti. 1978 de baÅŸlayan reformlar, bugün dünyanın en güçlü ve yıkıcı ekonomisine ulaÅŸmasını saÄŸladı. Çin Komünist Partisi, otoriter kurumsal kimlik yapısına sahip olup yöneticileri kurallara uymak zorunda iken Xi Jinping’in 2013’te iktidara gelmesiyle, bireysel liderlik etkisini göstermeye baÅŸlamış ve partinin bu ilkeleri ortadan kaldırılmıştır. 2004 de Çinli protestocular, Zhengzhou'da Mao Zedong'un doÄŸum yıldönümünde "Mao Sonsuza Kadar Liderimiz" baÅŸlıklı broÅŸürler dağıttıkları için üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Çin deki bu dönüÅŸüm, komünizmin kaybettiÄŸinin açık net bir ilanıdır. Tarih, komünist paradigmaların intiharını bizzat komünizmin kendi eline bırakmıştır.

Kabul etmek gerekir ki, kapitalimizin en büyük hatası, otoritenin iradesini tek bir kiÅŸiye bırakmasıdır. Bunun en büyük zararları alınan kötü kararların tüm diÄŸer ülkeleri ve coÄŸrafyaları etkilemesidir. Çin’de Yeni sol kavramının peÅŸinde yürümüÅŸtür.    Yeni SolculuÄŸun ortaya çıkışı,1997 Asya mali krizi, 1999'da ABD'nin Belgrad'daki Çin büyükelçiliÄŸini bombalaması ve 1989 Tiananmen Meydanındaki protestoların sonucundan ortaya çıktığını deÄŸerlendirebiliriz. Yeni Sol, sosyalist ideolojiyi farklı teorilerle anlamlandırmak isteyenlere, geleneksek tavrına bir eleÅŸtiri olarak görmek gerekecektir.

Çin’deki yeni solun, Maoizm ve kapitalizmle iliÅŸkisi karmaşıktır. İki farklı düÅŸünce içesinde tanımlar bulmaya çalışıyor.  Kapitalizmin ter edilmesini isterken, kapitalizmin sosyalist deÄŸerlerle yürütülmesini de arzuluyor. Çin'de oyun teorisini kullanan Cui Zhiyuan, “Kurumsal Yenilik ve İkinci DüÅŸünce KurtuluÅŸu” adlı makalesinde, James Meade’in liberal sosyalizm yaklaşımından etkilenmiÅŸ ve bu doÄŸrultuda “Xiaokang Sosyalizmi: Küçük Burjuva Manifestosu” gibi metinler kaleme almıştır. Çin’deki yeni sol, liberal sosyalist tanımına Cui Zhiyuan’ın düÅŸünceleri ile yol almıştır. Bu tanım, Çin'deki sosyal deÄŸiÅŸim, ekonomik reformun piyasa ekonomisinin baskın ekonomik sistem haline gelmesini net olarak tarif etmektedir. Cui Zhiyuan, sosyalizm ve kapitalizmin zıt olarak görülmemesinin zorunlu olduÄŸuna inanıyor. Bu tanımın ÅŸöyle tanımlanması daha gerçekçi olacaktır. Sosyalizm ve kapitalizm asla zıt düÅŸünce olarak deÄŸerlendirilemez. Sosyalizm, kapitalizmin etkili ve sistemli yürütülmesi amacıyla bizzat kapitalizmin içinden çıkmış kontrol irade gücüdür. Yani kapitalizmin esaslı bir parçasıdır.

Yeni Sol tanımı Çin MilliyetçiliÄŸinden ayrı düÅŸünülemez. Ekonomik Reformlar, piyasa ekonomisi, kıyı ile iç bölgelerde, zengin ve fakir arasında toplumsal eÅŸitsizliÄŸin artmasının sonucu olarak gittikçe güçleniyor. Tek adamlık ekonomik reformlar ve deÄŸersizleÅŸtirilmiÅŸ kapitalist modeller, Yeni Sol’un radikal olarak güçlenmesine neden olacaktır. Yeni Sol akımın, en büyük avantajı kapitalizme doÄŸrudan bir saldırı ve reddiye olarak ele almamalarıdır. Kapitalizme, ÅŸüpheyle bakmalarına karşın bunun ülkenin güçlenmesine olan etkisini göz ardı etmemeleridir. Yine makalenin ana tezine geliyoruz.

 

 

Hangi coÄŸrafya da olursanız olalım, kapitalist modelleri saÄŸlıklı yapan gücün kontrol edilebilir tepkisel müdahale ilkesi olduÄŸu gerçeÄŸini unutmamak gerektirdiÄŸidir. Çin'deki Yeni Sol ile Batı'daki Yeni Sol arasındaki fark çok farklıdır. Çin'de Yeni Sol hükümete hitap ederken, Batı'daki Yeni Sol, hükümetlerin tekel olmasına itiraz ediyor. Çin kapitalizmi, devlet kapitalizmi esasına dayanıyor. Gelinen noktada, Çin’in meselesinin artık çok kutuplu dünya da en güçlü ülke olarak yer alma arzusu olmadığı, sistemin bütününü etkileyecek bir yeni modelle doÄŸru evrilme arzusunu söylemek mümkündür. Kültür devriminin üstünden geçen zamandan sonra geçmiÅŸin izinden ayrılmayan mavi askeri üniformalar giyen Neo-Maoistlerin, romantik komünizmi artık geride kalmıştır.

 

 RUSYA

Rusya Federasyonu deyince akla artık Putin gelmektedir. Tıpkı Çin de olduÄŸu gibi Rusya da kurumsal kollektif yönetimden bireysel liderlik motifine dönüÅŸ gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu bireysel otoriter dönüÅŸüm esasında sosyalist ve sol yapının kendi içinde barındırdığı deÄŸeler silsilesinin kaçınılmaz sonucudur.   

Sovyetler BirliÄŸi dönemi KGB’de dış istihbarat subayı olan Putin artık ülkenin, bağımsız lideri olarak ABD ile olan yeni bir soÄŸuk savaşının da siyasi ve askeri lideridir. Ukrayna savaşı bu soÄŸuk savaşın en ateÅŸli baÅŸlangıcından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.  Putin, bu savaÅŸta Avrupa’nın acizliÄŸini gözler önüne sermekten çekinmeyen bir lider portföyü çizmeye çalışmaktan kaçınmıyor. Küresel enerji dengesini nasıl bozabileceÄŸini, ABD ve Avrupa ülkelerine fazlasıyla gösterdi. Bunu gösterirken kan kaybettiÄŸini göremediÄŸi de ayrı bir gerçek.

Ne kadar güçlü duruyor olsa da kendini izole eden lider görüntüsü onu daha sert politikaların eÅŸiÄŸine getirmiÅŸtir. Özellikle Ukrayna ile olan savaÅŸ deÄŸiÅŸtirecek yapının ileride deÄŸiÅŸtirecek yapının hazırlığını oluÅŸturmuÅŸtur. Bu deÄŸiÅŸimi kaçınılmazdır.  Putin’in meÅŸruiyeti sorgulanır duruma gelmiÅŸtir. Kendi vatandaÅŸlarına istikrar, refah vaat eden buna karşılık halkının siyaseten pasif kalmasını isteyen lider olması da kabul edilir olmaktan çıkmıştır. Eski komünist devlet, eski ÅŸaÅŸalı günlerine dönmek için idealiz ettiÄŸi sosyalist kavramın zayıflık ve ürkütücü ÅŸiddet potansiyelini gözler önüne sermiÅŸtir. Rusya Federasyonu artık Putin’in devleti olmuÅŸtur. Eski sosyalistler ise yeni solculuk kavramı ile yeniden ayaÄŸa kalkmak istese de halk kapitalist ekonomik modelin demokrasi ile güçlenmesini hayal etmektedir.

Günümüzde Rusya Federasyonundaki sol düÅŸünce, geçmiÅŸin hayallerinde ilerlemektedir.     Çarlık döneminde, Batı’nın reformları Rusya’yı etkilemiÅŸ bireysel haklar, hukukun üstünlüÄŸü kavramları konuÅŸulur olmuÅŸtur. Aydınlanmadan BolÅŸevik Devrimi’ne, Sovyetler BirliÄŸi’nin yükseliÅŸinden çöküÅŸüne kadar geçen süre sol kavramını deÄŸiÅŸtirecek potansiyele sahip olmuÅŸtur.  Aristokrat kökenli subaylar, anayasal monarÅŸi için isyan etmiÅŸ olup belki de ilk sol hareketi oluÅŸturmuÅŸtur.

 

Lenin, 1917’deki Ekim Devrimi ile BolÅŸevik Parti’yi kurup iktidarı ele geçirmesinde hemen sonra, BolÅŸevikler, proletarya diktatörlüÄŸü ve planlı ekonomi ilkelerini savunarak sosyalist devlet inÅŸa ettiler. Stalin dönemine geldiÄŸimizde, otoriter-merkeziyetçi sosyalist anlayış kendini göstermiÅŸtir.  1980 yıllara gelince her ÅŸeyin ayyuka çıktı. Sert ve katı politikalar, Gorbaçov’un Perestroyka ve Glasnost reformları ile Sovyet sisteminin çözülmesine zemin hazırladı.   

Günümüzde sol entelektüeller, solun geçmiÅŸle hesaplaÅŸması gerektiÄŸini ve alternatif yollar bulması gerektiÄŸini ifade ediyor. Rusya’daki sol esasında, kontrollü muhalefet görünümündedir. Milliyetçilik, muhafazakarlık söylemleri partinin söylemleri arasında yer almaktadır. Avrupa’daki sol düÅŸüncenin kendine yeni yol ilkeleri olarak ortaya koyduÄŸu, feminist, çevreci, LGBT hakları üzerinden yeni sol ve sosyalist, anarÅŸist marjinal gruplar olarak ortaya çıkmaya baÅŸlamaktadır. Rusya’da ifade özgürlüÄŸü üzerindeki baskılar, bu hareketlerin örgütlenmesini ve yayılmasını engellemektedir.

Yeni sol, sosyal adalet, eÅŸitlik ve özgürlük gibi sol deÄŸerleri öncelikli yapıp özellikle gençler arasında kendine yol bulurken, geçmiÅŸini sosyalist hafızasının otoriter yapısının korku etkisini de beraberinde getirmektedir. Yeni sol, batı tarzı liberal sol eÄŸilimlere yöneliktir. Rusya’da sol düÅŸünce, daha çok kültürel ve entelektüel bir alan olarak varlığını sürdürüyor. Edebiyat, sinema ve sanat alanında sol duyarlılıklar taşıyan üretimler dikkat çekiyor. Ancak siyasi düzlemde solun etkisi, sistematik baskılar ve ideolojik parçalanmalar nedeniyle oldukça sınırlı kalmaktadır.

 

​

 

6- FUKİYAMA YANILDI MI?

Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezi, bu makalenin ortaya çıkmasının ana sebebini oluÅŸturmaktadır. Tespitlerinin kuvvetli bir savunucu olarak bu makale kaleme alınmıştır. Ancak Fukuyama’nın, tarihin sonu kavramına karşın baÅŸka alternatifleri ele alıp deÄŸerlendirme gereksinimi de yok deÄŸildir. GeldiÄŸimiz nokta Kapitalizmin kendi ömrünü saÄŸlıklı yürütebilmesi için alternatif üretme becerilerini deÄŸerlendirmeleri ele almaktır.

Tarihin sonu kavramı, 1992’de SSCB’nin çökmesinin ardından “Tarihin Sonu ve Son İnsan” baÅŸlıklı kitapta ortaya kondu. Genel kanaati, Batının liberal düÅŸüncesinin egemenliÄŸi ve onu kutsayan içeriklerin varlığı üzerinden anlam buluyor.  Bu konuda itirazlarım yüksek sesle çıkacaktır. Bu itiraz, liberal düÅŸüncenin egemenliÄŸine deÄŸil, Batı’nın insanlığın ulaÅŸabileceÄŸi en yüksek seviyede olamadığını, bu konudaki sınavını çok kötü geçirdiÄŸini, liberal düÅŸünceyi salt insanlığın aynı geliÅŸmiÅŸlik düzeyinde olmayan bölgelerini talan ederek yücelttiÄŸini, savaÅŸlara karşı ikiyüzlü tavır almasınadır.

OrtadoÄŸu, Afrika, Rusya-Ukrayna, ABD’nin fütursuz ve kaygı verici yayılmacı tavrı hiç ÅŸüphe yok ki bunun en saÄŸlam kanıtını oluÅŸturmaktadır. Kapitalizm galip geldi ancak kendini yaralayacak düÅŸmanı da kendisi yarattı. Bu düÅŸman kendisinden baÅŸkası deÄŸildi. Gelinen nokta da dinamizmini yürütebilmesi için kendi özel ve ayrıcalıklı muhalefetini, ortaya çıkarabilmelidir.

Bunun adına, ne derse desin, SOL ya da YENİ SOL fark etmez, nihayetinde mühim olan kendi kontrolünde bloklanmış bir yapı olabilmelidir. Unutmamam gerekir ki, kolektivizm içerisinde   her zaman otoriter kimliÄŸi bireysel otoriter kimliÄŸe taşıyacak baskıcı unsurlar var olacaktır. Tıpkı Stalin gibi, günümüzde Xİ ve Putin gibi…

Buna karşın bireyin özgür ve refah yaÅŸaması için gerekli zemin asla bu mekânda yaÅŸam alanı bulamayacaktır.

Liberal düÅŸünce; bireysel liderlik anlayışının, yasalar karşısında onlardan daha güçlü hale gelmesiyle etkisizleÅŸmesini söylemek mümkün olacaktır. Rusya ve Çin, liberal demokrasinin gardının düÅŸtüÄŸü durumda otoriter kimliÄŸini çok güçlü hale getirmeye önem vermektedir. Gelecek asla sadece Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin tek başına bir güç olarak devam etmesine izin vermeyecektir. Karşısında her zaman Çin ve ona destek olabilecek olan ama asla eski gücünde olamayacak olan Rusya olacaktır. Avrupa ise ne kadar Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin yanında olur tartışmalıdır.  Unutmamak gerekir ki, güç tek elde toplandığında, alınacak kararların etkisi ve kalitesi zayıflama potansiyeline sahiptir. Böyle bir liderlik yapısı otoriter ulusların idaresinin ve liderlerinin toplumdaki desteÄŸinin zayıflamasına neden olacaktır. Hesap vermeme rahatlığı bir süre sonra yıkımın tartışmasız ve geri dönülemez olmasını beraberinde getirecektir. Kanımca Rusya ve ABD için bu kırılganlık hali ilerleyen dönemde kendini gösterecektir. Bu tartışmasızdır. Çin, belki kapalı yapısı itibariyle ömrünü bu iki yapı karşısında daha saÄŸlam tutabilecek yapıya sahiptir.

 

 

Tarih göstermiÅŸtir ki, otoriter sistemler, liberal demokrasiden asla daha iyi olamaz. Bireysel özgürlük otoriter sistemlerin hoÅŸlanmadığı kavramlardır. Her ne kadar 1930 yıllar otoriter sistemlerin yükseliÅŸi olarak görünse de nihayetinde liberal demokrasi her zaman galip gelmiÅŸtir. Bugün göç sorunun uluslararası krize dönmesinin nedeni, insanların baskıcı otoriter yapıdan kaçıp liberal demokratik Batı’da yaÅŸamak istemleri tesadüf deÄŸildir. Tarihin sonu kavramını, Fransız devriminden sonra Hegel ortaya atmıştır. Komünistler bu tarifi geleceÄŸin eninde sonunda komünist yapıda son bulacağı temennisini ortaya çıkarmıştır. Oysa Hegel sadece tarihsel ilerlemeyi tanımlamak için bunu kullanmıştı.

Baskıcı otoriter yapılar kendini korumak adına romantik efsanelere sığınmışken, ülkelerinden insanların bireysel özgürlüklerini kaybetmeleri, doÄŸanın ve ekonominin yok olması, asla bu ütopyanın gerçekleÅŸmeyeceÄŸini gösteriyor. Liberal demokrasinin önündeki en büyük engel ise yükselen popülizmdir.  Avrupa’nın kendisi bu bireysel liderlik popülizmiyle kendini sekteye uÄŸratırken, ABD'nin ve yönetimlerinin kibrinden epeyce rahatsız durumdadır.

Unutmayalım ki, 19'uncu yüzyılda Prusya ulus-devletinin kurulması Hegel için tarihin sonu anlamına geliyordu. Karl Marx ise gerçek tarihin komünizmin ile baÅŸladığını iddia ediyordu. Gelinen nokta ise kapitalizmin en başına beri kazandığını sadece bunu anlaması için zaman ihtiyacı olduÄŸunu, ama eninde sonunda kendisini ayakta tutacak yeni otoriter beslemeleri yaratacağını ve adına sol veya baÅŸka bir ÅŸey deneceÄŸini sürecin oluÅŸtuÄŸu açıkça görülmektedir. Fukuyama bugün, küresel sistemde 'tek kutupluluk' döneminin sona ermek üzere olduÄŸunu, tek kutupluluk döneminin de asla, çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin kurallarına göre düzenlenemeyeceÄŸini ifade etmektedir. ABD ve Çin bu çok kutuplu sistemin yeni taraflarıdır. Avrupa, Rusya, Latin ABD, Yakın DoÄŸu ayrı birer güç olarak bu kutupların tarafı olacaktır. Ancak Çin'in Batı ekonomik kapitalizmini, zorluklar, problemler ve krizlerle karşı karşıya getiren dikkat çekici bir entegrasyonda siyasi sisteminin sentezi ile harmanlayarak güçlü bir ülke olarak ortaya çıkmasını ayrıca deÄŸerlendirmek gerekiyor.

Fukuyama’nın tezi yeni bir durum olarak ele alınamaz. Söyledikleri doÄŸru ancak çok önceden söylenmiÅŸ bir sözün tekrarıdır. Kapitalizmin, mevcut haliyle ringin kazanan köÅŸesinde olduÄŸunu söylesek de bu durumun mutlak ve deÄŸiÅŸmez olduÄŸunu söylemek hatalı olacaktır. Tarihin sonunda kapitalizm en başından beri galip olduÄŸu gerçeÄŸi ortaya çıkmıştır. Ancak devamlılığını sürdürmesi ancak KONTROL EDİLEBİLİR BLOKLAMA İLKESİ sayesinde olabilir. Yani, kapitalizm kendini yok edecek gücün ancak yine kendisi olacağını bildiÄŸi için onu frenleyecek, bireysel liderlik kültünde uzak tutacak alternatif sol yapılanmayı teÅŸvik ve kuruculuÄŸunu yapmak zorundadır. Bunu da ancak kendi kontrolünde olacak ÅŸekilde toplumun huzuru, güvenliÄŸi ve zenginliÄŸi için kullanmak zorundadır.

 

 

7- TÜRK SOLU KENDİNİ NEREDE KONUMLANDIRDI (LİBERAL SOLMU, SOSYALİST SOLMU, YOKSA HEPSİ BİRARADA MI)

Dünyada liberal ve komünist fikirlerin rekabet ettiÄŸi ve toplumları kendi ideolojik pencerelerinden biçimlendirdiÄŸi yerde Türkiye’de yaÅŸananları bu rekabetin gölgesinde ele almak aslında bu makalenin ana o konusunu oluÅŸturuyor. Türkiye’deki halkın ne kadar sol bakış açısına sahip olduÄŸundan ziyade, sol fikrin temelleri kendine yer bulabildi mi sorusu daha gerçekçi olabilir. DeÄŸiÅŸimi ve dönüÅŸümü desteklediÄŸini söyleyen sol kavramı Türkiye’de daha baÅŸka hangi anlamlarda kullanıldı? Sol kavramını, komünizm ve sosyalizmin genel tanımı olarak görmek baÅŸlangıç için yeterli olsa da ÅŸimdi bu tanımın çok ötesinde ele alındığını görmek gerekiyor.

Liberal demokrasi karşısında, komünist ideolojinin sert otoriter yapısı, ona inanan kitlenin de bu fikirden soÄŸumasına ona daha ılımlı bir anlam kazandırmak için yeni sol kavramına anlam kazandırmak istemesi kaçınılmazdı. Türkiye’de sol kavramına ideolojik ve felsefi anlam kazandıramayan ama onu hoyratça savunan entelektüel bir grubun elinde yeni sol ifadesi deÄŸiÅŸimi ve yenilenme olarak ele alınmaktadır. Nedir bu yeni sol?

Esasında yeni sol, liberal demokrasinin galibiyetini kabul eden ve kendini eskiden komünist, daha sonra sosyalist, ilerleyen dönemde sosyal demokrat olarak tanımlayan kitlenin, liberal demokrasinin kendi bireysel otoritesini kurmasını saÄŸlayan ve onun sürekli güçlenmesine destek olan yeni bir liberal deÄŸiÅŸim olarak görmek gerekiyor. Ancak bu kavramı kullananların henüz bunun sonuçları hakkında düÅŸündükleri kavramlar manzumesinin sorunsalı hakkında ciddi düÅŸündükleri ÅŸüpheli.

Sol kavramının özünü oluÅŸturan eÅŸitlik ve özgürlük tanımı, esasında sınıfsal ve iktisadi yaklaşımların belirlediÄŸi çerçeve içerisinde ilerlemiÅŸtir. GeçmiÅŸte savaÅŸ karşıtlığı üzerinde odaklanan fikirler, ÅŸimdilerde çevre hareketi, LGBT haklarına evrilmiÅŸtir. Sol artık, iÅŸçi sınıfının iktisadi emellerini güçlendirme ilkesinden vazgeçmiÅŸtir. Hatta iÅŸçi hareketinin bütününden vazgeçmiÅŸtir.

Türkiye’nin sol hareketinin ve örgütlenmesinin geçmiÅŸine göz atarak konuyu ele alalım.  Osmanlı Aydınları Avrupa’da geliÅŸen solculuk ideolojisini benimsemediler. 19.yüzyılın sonlarına doÄŸru II. MeÅŸrutiyet’ten sonra Amele TeÅŸkilatının, iÅŸçilerin iktisadî sorunlarını çözme çabalarına rastlıyoruz. 1921 yılında, Zonguldak-EreÄŸli kömür havzasındaki iÅŸçilerin haklarına yönelik düzenlemeler için kurulan Amele BirliÄŸi ’de ilk sosyal güvenlik kuruluÅŸu olmuÅŸtur. 1920 MeÅŸrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı Sosyalist Fırkasının kurulması karşımıza çıkıyor.  

İşin ilginç tarafı, günümüzde İttihat ve Terakki Partisi’nin bugünün sol partisi gibi gören birçok aydın ve entelektüel, iÅŸçilerin grev hakkının 1913 yılında bizzat bu parti tarafından kısıtlandığını bilmiyor ya da bilmek istemiyor. 1917 Ekim devrimi, Türk solunun kendi deÄŸerlerini biçimsel bir gayretkeÅŸliÄŸe büründürmüÅŸtür. Ekim Devriminin, Türk Ulusal KurtuluÅŸ mücadelesinin kazanılmasında desteÄŸi olduÄŸunu söylemek gerekiyor. Bu yeni kurulan Komünist yapının, Batı demokrasisinden uzaklaÅŸması ve kendini korumak adına çevre ülkeleri muhafaza etme ve ideolojisini yayma çabalarının en etkin olduÄŸu dönemler olmuÅŸtur.

Türkiye Sosyalist Fırkası, Türkiye Komünist Fırkası, Türkiye Halk İstirakiyun Fırkası, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fıkrası gibi birçok hareket ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerin ortaya çıkışı, batı karşısında alternatif yeni bir tarafa dahil olma isteÄŸinden öte gitmemiÅŸtir. Asla felsefi ve sosyal politika ürünü olmamıştır. Ulusal KurtuluÅŸ mücadelesi sonrasında 1923 yılında kurulan 1945 kadar tek partili sistemin partisi olarak devam eden Cumhuriyet Halk Fırkası, Sosyalist yapıya entegre olmak isteyen fırkaların bütününü siyaset sahnesinden silmiÅŸtir. Ve sol sol hareket, sınıfsal temellere dayanan, ideolojik tanımlar üretecek güce asla niyet ettiÄŸi kadar sahip olamayacaktır. Ulusal KurutuluÅŸ Mücadelesinin kurucu liderleri, 7 Åžubat 1923 tarihinden yapılan   İzmir İktisat Kongresi ile kapitalist ekonomik modeller ve liberal politikalar üretmek gayesi içinde olmuÅŸtur. Oysa bu modele öncülük edecek yerli sermayenin olmaması, bu çabanın yönünü bir süre sonra devletçi ekonomik modele yönelme gayreti göstermiÅŸtir.

Kadro Hareketi ile sosyalizm ve kapitalizm dışında üçüncü yol dedikleri modeli savunmuÅŸlardır. Bu model esasında devlet kapitalizmin bizatihi kendisidir. KurtuluÅŸ Mücadelesi sonrası fakir ve yorgun halkın sınıfsal bir temel üzerine kurulamayacağı, böyle bir sınıfın varlığının hali hazırda olmadığı da açıktır. Model sermeyenin ortaya çıkması için doÄŸru zamanı bulma gayreti içinde geçmiÅŸtir. Kadro ve yön harekâtları devletçi ve hatta sosyalist ekonomik model taraftarlarıydı. Unutmama gerekir ki, bu siyasi eÄŸilimiler ittihatçı geleneÄŸin mensuplarıdır.

Önemli bir gerçeÄŸi daha ortaya koymak gerekiyor. Ulusal kurtuluÅŸ mücadelesi de Anadolu eÅŸrafının ve kısmen yabancılarla da ticari münasebette bulunan milli burjuvazinin de önemli desteÄŸini almıştır.  SavaÅŸ sonrası bu kütleye asker ve sivil aydınlarda ortak olmuÅŸtur. Bugün Türkiye’nin temel ekonomik kaynağını bu gruplar oluÅŸturmuÅŸ ve ayrı bir zümrenin elitist yurttaÅŸları olarak varlığını sürdürmüÅŸtür. İktidarında sahibi olan bu kitle iÅŸçi sınıfının demokrasim ÅŸöleni kurmasına ve kendisi için itici güç olmasına ÅŸüpheyle bakmıştır. İşçi sınıfı ve eÄŸitimin menfaatlerine sonra da ulaÅŸan memur aydın kitle ve çocuklarının önünde iki seçenek olmuÅŸtur. Din ve Batılı olma fikri…

KurtuluÅŸ mücadelesi sonrası yerli sermaye grubunu yaratma çabalarını devlet eliyle gerçekleÅŸtirme süreci esasında bu tür devrimler sonrası yabana atılamayacak kadar kıymetlidir. Lakin iÅŸçi sınıfının bu geliÅŸmeler karşısında sadece kontrol edilerek büyümesi, geliÅŸim ve deÄŸiÅŸime açık, zihin politikaları üretecek beceri ve yeteneÄŸe sahip olmaksızın büyümesine neden olmuÅŸtur. Almanya gibi ülkelerin savaÅŸ sonrası travmalarını hızlıca atlatmasını saÄŸlayan iÅŸçi hareketi olmuÅŸtur. Hızlı sanayileÅŸme ve sosyal eÅŸitliÄŸi ve sınıflar arası farkı minimize edilerek bükünü Almanya’nın temelleri atılmıştır. Oysa Türk Burjuvazisi, iÅŸçi hareketini yeterince güçlenmesine izin vermemiÅŸ, iÅŸçi sınıfı ve onun öncülerinin de bunu saÄŸlayacak bilgi ve yeteneÄŸi olmamasından ötürü zayıf ve yetersiz kalmıştır.

 

 

 

II. Dünya Savaşı’nın sonrası, iki kutuplu dünya düzeni, Türkiye ’dede etkili olmuÅŸtur.  1946 kurulup, kısa bir süre sonra iktidara gelen Demokrat Parti, kurucu liderlerin oluÅŸturduÄŸu Cumhuriyet Halk Partisinin baskıcı ve asker-aydın birlikteliÄŸine teslim olmuÅŸ modeline itiraz amacıyla yükselmiÅŸ ve iktidara gelmiÅŸtir. Kısa bir süre sonra halkın bu çabanın kendileri için refah ve huzur getirmeyeceÄŸi de anlaşılacaktır. KurtuluÅŸ mücadelesi sonrası baskıcı ve otoriter yapısıyla Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Partiye yenilgi sonrası hürriyet, özgürlük, demokrasi söylemlerini ön plana çıkarmıştır. “Ortanın Solu” kavramı bu yenilginin esamesi olarak ileride kullanılmaya baÅŸlanacaktır.

Cumhuriyet Halk Partisi yenilgi sonrası Türkiye’de sol akımı temsil ettiÄŸini belirten söylemleri bugün de aynı minvalde devam ettirmektedir. Bu çizgi eski günlerin gücünün geçmiÅŸte kalması ve yeni kapitalist dünyaya dönüÅŸememenin yarattığı arafta kalma halinin tezahürüdür. Günümüz parti söylemleri sosyal adalet kavramı üzerinden veya sınıflar arası çatışma düÅŸüncesinden uzak, iktidar karşıtlığı söylemleriyle, yeni sol kavramının kötü birer taklitçisi durumundadır. Ortanın Solu, sınıflar arası çatışmayı reddetmiÅŸ, uzlaşı noktasında yer almıştır. 1960 yılında yapılan askeri darbeyle birlikte, sol ideolojik düÅŸüncesi egemen olmaya baÅŸlamıştır. Ortanın Solu, Kemalizm’e uzanarak kendine daha güvenli bir liman edinmiÅŸtir. 1961 Anayasası’nın kabul edilmesiyle siyasal örgütlenmeler artmış, sendikal hareketler, grev ve miting gibi haklar anayasada yer almıştır. İşçi ve öÄŸrenci çevrelerinde bu ivmeden etkilenmiÅŸtir.

Türkiye’deki sol akımların yükselmesinin felsefi-ideolojik bir yanı yoktur. Gelecek döneminin ilerlemesini saÄŸlayacak ivmelere katkısı aydın ve entelektüel kiÅŸiler tarafından desteklense de bu kitle de daha sonra liberal demokrasinin yükselmesine saÄŸlayan güruhun kendisi olmuÅŸtur. 12 Mart 1971 tarihinde askeri muhtırası, Sol’un bu yükseliÅŸini bitirmiÅŸtir. Otoriter yapı tekrar güçlenmiÅŸ akabinde sol fikir radikalleÅŸerek tekrardan yükseliÅŸe geçmiÅŸtir. Ancak iÅŸçi kesimi ve sol fikir artık birbirinden uzaklaÅŸma eÄŸilimi göstermeye baÅŸlamıştır. Sol hareket bu nedenle devlet politikalarını etkileyecek güce sahip olamamıştır. Her zaman burjuvazinin yandaşı olmayı daha pratik görmüÅŸtür.  Sadece 12 Mart muhtırası deÄŸil, Türkiye’deki tüm darbelerin özünde KurtuluÅŸ savaşı sonrası esnaf-tüccarın burjuvalaÅŸmadaki beceriksizliÄŸi ve askerin bu sahayı kendisinin kapatma arzusu ile gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu nedenle baskıcı ve otoriter kimliÄŸe bürünmüÅŸtür.

Genç solcular bu baskı karşısında militer bir yapıya kavuÅŸmuÅŸtur. Üniversitelerdeki düÅŸünce kulüplerindeki radikal sol örgütlenmeler, kır ve ÅŸehir gerillaları halinde silahlanmaya baÅŸlamıştır. Bu örgütlerin karşısında da Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin himayesinde Komünizmle Mücadele Dernekleri oluÅŸmuÅŸ ve saÄŸ sol çatışmaları ile devletin liberal ekonomik modelleri uygulaması da bir baÅŸka bahara kalmıştır. 1980 askeri darbesi de liberal ekonomik model uygulama ve yenilikçi yapılar kurma hedefini klasik kapitalist modellerle yürütmenin yeterli olacağı fikrini güçlendirmiÅŸtir. Türkiye’deki sol akım, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak politika üretememiÅŸtir. “Daha çok üreten halkça bir düzen” ifadesi ise yenilikçi olmamasına karşın ekonomik dar boÄŸazdaki halk için kurtarıcı olmuÅŸtur.

 

Kabul etmeliyiz ki, Sosyalist partilerde, özgürlük, enternasyonalist, demokratik, planlamacı, doÄŸa-insan iliÅŸkileri, militarizm karşıtı ve cinsiyetçi olmayan söylemlere, LGBT hakları, azınlık hakları vb. düÅŸüncelerle, sermayenin karşısında durmayı daha doÄŸru bulmuÅŸlardır. Oysa yaptıkları, ülkenin doÄŸru kapitalist model kurmasını engellemiÅŸ, iÅŸçi sınıfının bunu saÄŸlayacak dinamizmi ortaya koymasına engel olmak olmuÅŸtur.  Romantik sosyalist fikirler, günümüzde hala aynı romantizmi ve gerçek dışılığı ısrarla savunmaktadır.

 Türkiye’de sol hareket hiçbir zaman homojen bir yapıda olmamıştır. Kendi içinde tartışılacak romantik hedeflerle zaman geçirmiÅŸtir. Kendine toplumsal bir taban bulması bu anlamda deÄŸersizleÅŸmiÅŸtir. Her sol fraksiyonu kendini tanımlayacak teorik mitler oluÅŸturmuÅŸtur. Oysa bu mitlerin halkın saÄŸlığı ve huzurunu saÄŸlayacak deÄŸerler içermemiÅŸtir. En büyük eleÅŸtiri 1980’li yıllara olacaktır.  Özal’ın siyasi gücü liberal demokrasiden ve kapitalizmden deÄŸil eski gücün sahibi olan devlet kurumlarındaki askeri düÅŸünce mekanizmasıydı. Bu döneler askeri darbenin sermaye üzerindeki tahakkümü ve kendince seçtiÄŸi sermaye gruplarının fütursuz geliÅŸmesidir. Terörün varlığı da liberal demokrasinin geliÅŸmesinde en büyük engel olduÄŸunu, devletin kontrollü yapıyı tercih etmesini anlaşılabilir kılmaktadır. Türkiye’de sol kendini liberal olarak tanımlayamadı, sol kendini yıllar geçmesine raÄŸmen hala devletçi konumda tutmayı yeÄŸledi. Buda onun geliÅŸme dinamizmini yakalamasına engel olmuÅŸtur. Bireysel anlamda özgürlükler peÅŸinde koÅŸan sol, ekonomik baÄŸlamda devletin sahada olmasını istemiÅŸtir. Evin yaramaz çocuÄŸu gibi, geç saatlerde dışarı çıkıp hoyratça eÄŸlenmeyi tercihe derken, evin giderlerinin babası tarafından giderilmesini bekleyen ergen davranışlar sergilemektedir.

 

 

 

​

 

 8-TÜRK SOLU NEDEN İNTİHAR ETMEYİ SEÇTİ

Türk Solu intihar etmeyi mi seçti, yoksa kelebeÄŸin kozasından çıkmak için dönüÅŸüm süreci mi yaşıyor diye sorsalar ve bunu yüzdelik bir oranla tanımlanması istense, ikinci seçeneÄŸin mümkün olduÄŸunu söylemek hatalı olacaktır.

Türk Solu intihar etmeyi seçti. Çünkü varlığını yaratacak koÅŸullar bu memlekette kendine yer bulamadı. BulduÄŸunu sandığı anlarsa diÄŸer kapitalist ve sosyalist ülkelerin basit ve ucuz birer taklitçisi olmaktan öteye geçemedi. Öyle ki kendini sola, hatta Marksizm’e daha yakın gören özgürlükçü olduÄŸunu iddia eden ayrılıkçı Kürt gruplarda vakti geldiÄŸinde baskıcı ve otoriter olduklarını gösterdiler. Uzun zaman önce Al Jazeera Türk, "Sol Ne Yapmalı?" baÅŸlığı altında bir röportaj yayımladı. Bu röportajlarda asıl sorunun “yerli” olamama ve bunun yarattığı kaoslardan bahsedildi. Yerli olmak sol için baÄŸnazlık, geri kalmışlık ve hatta faÅŸizm ile denk görülüyordu. Kurucu kadroların ve sonrasında kadro hareketi ise yerli ve milli olmanın yolunu hazırlama çalışırken bugün ki siyasi sol irade aksi yönde olmayı geliÅŸmiÅŸlik olarak görebilmektedir.

Her ne kadar radikal sol gruplar devletçi olmayı savunmuÅŸsalar da, söz konusu yasadışı örgütlerin özgürlük adına hareketine de sempati ile bakmış ve nihayetinde yerli ve milli olmamayı kendilerine ÅŸiar edinmiÅŸlerdir. Batılı sol düÅŸüncelerin kendisine, emperyalist gördükleri devletlerine raÄŸmen büyük bir sempati ile teorileri aşırmışlardır. Ucuz ve taklitten öte geçemeyen bir yöntem belirlemiÅŸlerdir.

Türk solunun, milli olamama sorunu doÄŸal olarak söylemde iÅŸçi ve köylü sınıfsal tanımının yanında olsa da bu sınıfların tam desteÄŸini alacak duruma tarih boyunca gelmemiÅŸtir. ÇoÄŸunlukla bu eksikliÄŸini “Alevilere ve Kemalistlere” dayandırarak eksikliÄŸini gidermeye çalışmıştır. Burada asıl sorulması gereken soru neden “yerli” olma beceresini gösteremediler. Bunda halkın en baÅŸta dini inancını hor görmelerinde yatmaktadır. İslam onlar için geri kalmanın asıl sebebiydi ve asla ittifak kurulacak deÄŸil aksine karşısında durulması gereken bir rakip ve hatta düÅŸman olarak görüldü. Komünizmin dini yok sayması Türkiye solunun bu minvalde bakmasına neden oldu.

Alevi toplumunun, ekseriyetinin sol fikir üzerinde yoÄŸunlaÅŸmasını hem dini hem kültürel bakış açılarına baÄŸlamak mümkün. Nihayetinde uhrevi deÄŸil dünyevi bakan bir anlayışa sahip. Buda daha materyalist bakmalarına neden oluyor. Bunun kötü olduÄŸunu söylemek doÄŸru olmaz. Devletin Alevilere sert ve baskıcı davranması, onları yok sayması sonucu bu ayrışmanın kesin ve onarılması güç durumlar doÄŸurmasına neden olmuÅŸtur.

 Garo Paylan ifade ettiÄŸi güzel bir söz var. Türk solu kimlik meselesi üzerine tartışmıştır. Oysa sınıf meselesi üzerine yoÄŸunlaÅŸmalıydı. Bu sözün arkasından olmak gerek. Nihayetinde liberal demokrasi ve kapitalist ekonomik modelin üretim gücünü artırdığı gerçek ancak bunun için güçlü bir sınıf bilincinin itici gücüne her zaman ihtiyaç olacaktır. Sınıflar arası fark kabul edilmeli ve aradaki farkın huzursuzluk yaratmasına izin vermeden, satın alma gücü yüksek, güvenli olma duygusunu sahip iÅŸçi ve emekçi kitlenin dinamizmine ihtiyaç vardır.

Sol Türkiye de her zaman dinsiz, yabancı sempatisi yüksek, burjuva (ne kadar ironi oysa) olarak görülmüÅŸtür. İktidara gelememiÅŸ, ama iyi bir muhalefette yapamamıştır. Alternatif modeller üretecek teorik ve pratik deneyimi zayıf ve beceriksiz olmuÅŸtur. Kemalist fikirlere sahip olmanın kendilerine yeteceÄŸi kanaati, onları milli yapmaya yetiyormuÅŸ gibi hareket etmektedirler. Alternatif üretememe becerisinin olmaması esasında sınıfsal dinamizmin doÄŸru kullanılmamasından kaynaklanmaktadır.  İşin kolayına kaçıp batının fikirlerini, sosyalist modelle entegre etmeye çalışan tuhaf düÅŸünceler silsilesi oluÅŸturmuÅŸtur.

Her ne kadar sosyalist Müslümanlar gibi yeni sesler ortaya çıkmış olsa da, muhalif kimlikleri radikal sol ve liberal sol tarafından yandaÅŸ olarak görülüp kendi içerinde esaslı teoriler üretmesine mâni olmuÅŸ, onların pratikliÄŸi içerinde etkisiz kalmasına neden olmuÅŸtur. Kimlik siyaseti güçlü ekonomi ve toplumsam huzurun en büyük düÅŸmanı olacaktır. Kimlikler, sınıfsal problemden ayırmak gerektiÄŸi düÅŸünen düÅŸünceler yaygın bir ÅŸekilde güç kazanıyor. Kürtlerin kendilerine ayrımcı davranıldığı düÅŸündüÄŸü an, sınıfların kazanımları anlamsız kalacaktır. Oysa mesele tamamen güçlü bir ekonomik düzen üzerinde yürütülse, kimlikten kaynaklı ayrışmanın çok kolay bertaraf edileceÄŸini görmek gerekiyor.

Liberalizm tanımı solun hoÅŸlanmadığı kavram olarak karşımıza çıkıyor. Oysa bugün liberal düÅŸünceye sahip olmak entelektüel bir tavır olarak görülmektedir. Meselenin milliyetçilik tavrı da çok ilginç bir durum almaktadır. Atatürk MilliyetçiliÄŸi kavramı da yaygın olarak kullanılmaktadır. Mesele ÅŸu ki, kavramlar üzerinde pek becerikli olunduÄŸu söylenebilir. Toplumun kendileri gibi düÅŸünmeyen kitleden hızlıca ayırarak baÅŸka kavramlar üzerine tanımlamalara gitmeyi tercih eden bir süreç iÅŸlemektedir. Milliyetçilik kavramı, gerici ve faÅŸizan olarak tanımlanmaktadır. Milliyetçilik bu ülkenin bağımsızlık mücadelesinin temel taÅŸlarından oluÅŸmuÅŸtur. Ve kurucu kadrolar arasında milliyetçi, Turancı, dindar liderler, komutanlar olmuÅŸtur. Velhasıl sol düÅŸünce, kendisi asla kendi yurdunda yetiÅŸtirecek fikirlere sahip olmamıştır. Bu nedenle iktidardan ve yönetmekten uzak bir yapılanmaya girmelerine neden olmuÅŸtur.

  Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Travmadan Zafere adlı kitabında, “Kolektif aidiyetler üzerine inÅŸa edilen büyük grup kimliklerine, yani dini, etnik, ulusal. Sahip olmamız iyi bir ÅŸey mi yoksa kötü müdür?”  Sorusunu soruyor ve devam ediyor. Bulgar yazar Georgi Gospodinov, Hüznün FiziÄŸi adlı kitabında ÅŸu ifadeyi kullanıyor, tek bir kimlik vardır. Canlı varlıklar arasında canlı bir varlık olmak ancak canlı bir varlık olmamız bu farklılığı. Tanımlayıcı birden çok sıfatının bulunduÄŸu gerçeÄŸini deÄŸiÅŸtirmez. Her birey çok sayıda biz olgusunun yani çok sayıda büyük grubun parçası olarak varlığını sürdürür. Bir ailenin üyesi olmakla baÅŸlayan bu toplumsallaÅŸma süreci, akrabalık, aÅŸiret, kabile baÄŸları geniÅŸler, biyolojik ve etnik köklerimiz dini, mezhepsel aidiyetleri biz milli kimliÄŸimiz türünden katı ve sıkı baÄŸlar gibi mesleki sportif ilgi ve çıkar grubu ayetlerimizi tümünden nispeten daha gevÅŸek olan baÄŸlarımız da vardır. Çıkarlar ve beklentiler farklılaÅŸtığı anda sosyal gruplaÅŸmalar da dalgalanarak yön deÄŸiÅŸtirirler. Büyük gruplar kendilerine yönelik bir tahdit aldıklarında veya kolektif bir örselenmiÅŸ yaÅŸadıklarında çoÄŸunlukla ilkel bir saldırganlık ve korku duygusu tetiklenir ve kolektif kimlik geri çekilme yaÅŸar.

Bu geriye çekilme yani regresyon dürtü kontrolünün azalması, kaygıya karşı azalan tolerans, rasyonel düÅŸünme ve karar alma kapasitesinde eksilme sonucunu doÄŸurur.  Kabul dilmelidir ki, Türk Solu intihar etmeyi seçti. Ve asıl sorun henüz bunun farkında deÄŸil. Yeni bir siyasi oluÅŸum ve farklı bir yapılanmayı kurmak zorunda. Bu sol düÅŸünce kimlikler üzerinde deÄŸil, sınıfların varlığını güçlü kılmak için çalışma zorundadır. Karl Popper, Açık Toplum ve DüÅŸmanları adlı eserinde, aydınların ilerici olmalarını ve bunu sonucunda olarak Marksizm’e yönelmelerini anlayışla karşılamış ancak ilerlemenin kolay olmayacağını ve hatta kolayca tehlikeli kararlara götürebileceÄŸini ifade etmiÅŸtir. Marksizm ilerici bir program olsa da teorik ve pratikte yük olması onları daha radikalleÅŸmeye itmiÅŸtir.

Popper’in paradoksları, Türk solu için üzerinde çokça tartışılması gereken hususlardır. Bunlar üzerinde tartışarak en azından yöntem konusunda tekrar düÅŸünmelerine imkan verecektir.

a-Herhangi bir ÅŸeyin gerçekleÅŸeceÄŸine iliÅŸkin kehanet, o ÅŸeyin gerçekleÅŸmesinin nedeni olabileceÄŸini söyleyen kehanet paradoksu. GerçeÄŸi deÄŸil de arzumuzu ifade eden bir düÅŸünceler, bu arzunun gerçekleÅŸmesinin nedeni olabilir. 

b- Kendi haline bırakırsanız gerçekten meydana gelecek olan bir ÅŸeyin gerçekleÅŸeceÄŸini söylediÄŸiniz için artık gerçekleÅŸmemesi söz konusu olacak olan kendi kendisinin gerçekleÅŸmesine engel olan kehanet paradoksu. Marx'ın kapitalist toplumun geleceÄŸine iliÅŸkin kehaneti buna örnek verilebilir. Kapitalist toplumun kendi iÅŸ mantığı veya mantıksızlığı sonuçta zengin bir azınlığa ayrılacağı, orta sınıfın hemen hemen tamamen yok olacağı, proletaryanın ayaÄŸa kalkacağı, sınıfsız veya komünist bir toplumun gerçekleÅŸeceÄŸini söylemesi buna güzel bir örnektir.

c-Herhangi bir engelleyici denetimin yokluÄŸu anlamında özgürlüÄŸün, zorbaları, zayıfları kendilerine köle etmekte, özgür bırakacağı için büyük bir despotizme  yol açmak durumda kalacağını söyleyen özgürlük paradoksu.  Özgürlük paradoksunun çözümü de Popper'ın ve daha baÅŸkalarını da iÅŸaret ettikleri gibi hiç de o kadar zor ve imkânsız deÄŸildir. Bu Liberalizm ile devletin iÅŸin içine karışması, araya girmesi birbirine aykırı ÅŸey deÄŸildir. Daha basit bir deyiÅŸle özgürlük yasaya, kurala, denetime aykırı bir ÅŸey deÄŸildir. Tam tersine devlet tarafından güven altına alınmadıkça özgürlüÄŸün hiçbir biçimi mümkün deÄŸildir.

d-ÇoÄŸunluÄŸun bir tiranın hükümran olmasına karar verebilmesi imkânı veya baÅŸka bir dille ifade edersek çoÄŸunluÄŸun demokratik bir yolla demokrasiyi ortadan kaldırmaya karar vermesinin mümkün olmasını söyleyen demokrasi paradoksudur.  

e-Sınırsız hoÅŸgörü, zorunlu olarak hoÅŸgörünün ortadan kalkmasına yol açacağını savunan hoÅŸgörü paradoksu. EÄŸer hoÅŸgörüsüz olanlara da hoÅŸgörü gösterilirse, hoÅŸgörülü olan toplumu hoÅŸgörü, olmayanların saldırısına karşı savunulmazsa hoÅŸgörülerinin kendisi ortadan kalkacaktır.

f-Yalancı Paradoksu ÅŸunu ifade eder: Bir Giritli bütün Giritlilerin yalancı olduÄŸunu söylemektedir. EÄŸer bu önerme doÄŸruysa kendisi de bir Giritli olduÄŸuna göre kendisi de yalancıdır. O halde bütün Giritler yalancı olduÄŸuna dair sözü bir yalandır.    

9-SONUÇ:

Bu makale salt Türk solunun eleÅŸtirmek amacıyla yazılmamıştır. Nihayetinde bir dönüÅŸüm yaÅŸamak istiyorsa bunun nasıl saÄŸlaması gerektiÄŸi cesurca ortaya çalışmaktadır. Bireysel tanımdan uzak tutarak salt sol kavramının ideolojik bakış açısı ve teorileri açısından Türk Sol’unun milli olmadığını, inançlı olmadığını, yerli olmadığını ifade etmektedir.

Richard Sennett, Oriteriter adlı eserinde bahsettiÄŸi üzere “Sadakat, otorite ve kardeÅŸlik baÄŸları olmaksızın bir bütün olarak hiçbir toplum ve bu toplumun hiçbir kurumu uzun süre iÅŸlevselliÄŸini koruyamaz. Bu nedenle duygusal baÄŸların siyasi sonuçları vardır. Bu baÄŸlar genellikle özgürlüklerini ellerinden alan karizmatik bir lidere sadakatle baÄŸlandıklarında olduÄŸu gibi insanları kendi çıkarlarına karşı da birleÅŸtirir.  Otorite temel bir gereksinimdir.”

 Bu otorite; kontrol edilebilir ve sınıfsal deÄŸerlere sırtını dönmemiÅŸ kapitalist ekonomik modellerle ve bunun saÄŸlayacağı yüksek entelektüel düÅŸünce üretimi, demokrasi ve bilimsel kalkınma serçini doÄŸuracaktır.

Türkiye solunda, Muhafazakâr Sol parti, Milliyetçi Muhafazakâr Sol parti gibi terminolojiler uzak deÄŸil, üzerinde konuÅŸulması gereken fikirlerdir.

 

 10-KAYNAK

1- Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries)

 Cilt/Volume: 9, Sayı/Issue: 1, Yıl/Year: 2014

 2-Avrupa’da Erken Dönem Sosyalist Teori ve İşçi Hareketleri (1830-1840)

3-Kadro Hareketi, Dünyada ve Türkiye’de Ulusçu Sol ve Üçünçü Yol Arayışı,2025, Kırmızı Kedi yayınları

4- Richard Sennett, Oririter.

5-Jose Ortega Y. Gasset: Kitlelerin Ayaklanışı

6-Julien Benda, Aydınların İhaneti

7-Thomas Pikety, EÅŸitsizlikler Ekonomisi

8-Prof.ç Dr. Ahmet Arslam, İslam, Demokrasi ve Türkiye

9-Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası

10-Roger Scruton, Soytarılar-dolandırıcılar- yaygaracılar yeni sol düÅŸünürleri

bottom of page